‘Ben bir Homo novusum…’
Gökhan Yavuz Demir
En iyi biçimde anlatmayı öğrenmek için, tabii ki bütün geçmiş ve çağdaş yazarları okuyordum.
Italo Calvino, Sen ‘Alo’ Demeden Önce
Evet, Calvino’yu en iyi tasvir eden başlıktaki Latince ibareyi içeren cümle, yine Calvino’ya aittir. Hakikaten de Calvino her daim “yeni kişi”dir. Savaş sonrası İtalyan edebiyatında yeni bir soluktur; ona hak ettiği başarıyı getiren her yeni kitabında, yeni bir yazardır; edebiyatın sınırları içine sığamayarak bilime, felsefeye ve bilhassa semiyotiğe doğru yöneldiğinde yeni arayışların peşinde bir kaşiftir. İtalyan masallarını anlatırken de yenidir; savaşı, savaş sonrasını, atalarımızı, kesişen yazgılarımızı ve hikâyelerimizi, bir kitabın nasıl okunacağını, farklı kentlerin müşterek dokularını, makro ve mikro kozmosu anlatırken de yenidir. Peki ama bu kadar yenilik ve birbirinden bu kadar farklı sahada derinleşmek tek bir yazarın hepi topu altmış bir senelik ömrüne nasıl sığmış olabilir?
***
Calvino gibi büyük bir yazar asla boşlukta doğmaz. O daima geleneğin dehası ile birlikte büyür. Sürekli kendisinden önceki ve çağdaşı pek çok dahi ile o geleneğin dehası havuzunda etkileşime girerek kendini var eder. Mesela en sevdiğim Calvino yazısı olan ‘Klasikleri Niçin Okumalı?’nın başındaki “Sunuş”unda kendi kanonik ilişkilerini kısa ve basit tanımlarla ortaya koyar. Calvino’nun geleneğin dehasıyla olan bu kanonik ağında kimler yoktur ki! Burada sadece Calvino’yla müşterek ilgimizi yansıtan isimleri sıralasam bile çok hacimli bir modern edebiyat antolojisi fihristi çıkarmış olurum: Stendhal, Hemingway, Chesterton, Twain, Flaubert, Poe, Gogol, Balzac, Maupassant, Radiguet, Stevenson, Borges, Queneau ve Nabakov.
Böyle iyi bir okur olmasına iki bilim insanının çocuğu, faşizmle mücadeleye fiilen girişmiş bir partizan, kişisel eğitimine film izleyerek yön veren bir sinefili, bir gazeteci, bir editör olmasını da eklediğinizde ortaya hayat pratiği ile teorisini birleştiren, praksisi tecrübe etmiş bir edebiyat dahisi çıkar. Fakat bu teorik donanım ve pratik tecrübesi bile Calvino gibi büyük bir yazar olmaya yetmez.
Onun dehasının derinliğini ve kuşatıcılığını anlamak için sosyal hayatındaki ilişkilere bakmak, yani bir manada Calvino’nun sosyal ağını çıkarmak gerekir. Bunun için belki de en iyi başlangıç otobiyografik metinlerine ve Türkçedeki ‘Seçilmiş Mektuplar’ına bakmaktır. 1945 ile 1985 arası kaleme alınmış bu mektupların muhatapları arasında şu isimlere tesadüf ederiz: Cesare Pavese, Natalia Ginzburg, Elio Vittorini, Silvio Micheli, Marcello Venturi, Pier Paolo Pasolini, Leonardo Sciascia, Primo Levi, Umberto Eco, Gore Vidal, Alberto Carocci, Carlo Cassola, Augusto Mondi ve dönemin edebiyat, akademi, yayın dünyasının üyesi başka pek çok entelektüel.
Böyle bir ilişkiler ağına bir de 1945’te, yani kendisi henüz yirmi iki yaşında bıyıkları henüz terlemiş bir delikanlıyken tanıştığı o zamanlar otuz yedi yaşında olan Cesare Pavese ile yakın dostluğunu dahil ettiğimizde, Calvino’nun çok genç bir yaşta kendisinden daha şöhretli ve tecrübeli yazarlarla kurduğu dostluklar içinde yetiştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu yakın dostluklara çok geçmeden altmışlı yılların başlarında evlenip Paris’e yerleşmesiyle Raymond Queneau, Georges Perec, Jacques Roubaud, François le Lionnais de katılır. Bunun neticesinde 30 Ekim 1972’de Calvino, Oulipo üyeliğine kabul edilir. Bu dostluk ilişkileri sürekli Calvino’nun ilgi alanlarına göre genişler. Mesela semiyotikle ve Barthes, Eco ve Greimas’la olan ilişkisi kendini en iyi ‘Kesişen Yazgılar Şatosu’ ile ‘Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu’da ortaya koyar.
Bu geniş entelektüel ve edebi dostluklar ağı bir yazara vuracak en büyük piyangodur. Yüz yüze temaslar her zaman belgelenemez fakat muhtemelen bir yazarın zihninin ve sezgilerinin bilenmesinde hayati önemi haiz habitatın oluşumunda çok daha önemlidir. Sadece okuyarak ve çalışarak değil, aynı zamanda sizinle aynı meselelere zihin yoran yakın bir dostunuzla evde veya ofiste oturup konuşarak, kahve içerken veya yemek yerken muhabbet ederek, uykusuz gecelerde sokakları arşınlarken anlamsızca çene çalarak da yazar olunur. Pek çok büyük yazarın biyografisinde onun geniş ilgi alanlarını besleyen bu türden entelektüel dostluklar olduğunu görürüz ama çok az yazarın, belki de ancak Zweig’ın, Calvino ile kıyaslanacak türden entelektüel bir çevresi vardır.
***
Calvino gibi yazarlar için yazmak ancak insanın önünde çözülecek bir sorunu olduğunda anlamlıdır. Aslında her büyük yazar – büyük bir filozof veya sosyal bilimci gibi – inandığı Tanrısına her gün mutlaka kendisine bir problem bahşetmesi için dua etmelidir. Calvino bu sorunları kendi entelektüel habitatında edebiyatın dışına kaçarak, hatta mektuplarında çokça sözünü ettiği gibi edebiyat dışı okumalar yaparak arayıp buluyordu.
Bir editör olarak ömrünün çoğu zamanını kendi kitaplarından çok başkalarının kitaplarına ayırmıştı fakat çalıştığı yayınevi kendisine İtalyan masallarıyla ilgili bir derleme projesini teklif ettiğinde yardımına ‘Avrupa’da Folklor Tarihi’nin yazarı antropolog Giuseppe Cocchiara koşacak ve Calvino’nun ihtiyaç duyduğu malzemeyi ona sunacaktı. Nitekim Calvino’nun anlatıda ekonomiklik ilkesini çok iyi uyguladığı iki yüz masaldan mürekkep ‘İtalyan Masalları’, 1956’da böyle bir iş birliğinin ürünü olarak gün yüzüne çıkacaktı.
***
Calvino’nun bir mektubunda “şu lanet olası adam” diye bahsettiği Hemingway’in Avrupa edebiyatı üzerinde etkisi daha ilk savaştan sonra hissedilmeye başlanmıştı. Mesela Hemingway’in, Almanya’daki editörü Hans Fallada üzerinde çok erken tarihte bir etkisi olmuştu. Bunun nedeni muhtemelen Hemingway’in çağın arayışını en erken gören ve en net biçimde hikayelerinde kullanan yazar olmasıydı. Calvino da bilhassa İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çağdaşı birçok İtalyan yazarı gibi Hemingway’den, bilhassa da Papa’nın ‘Beyaz Fillere Benzeyen Tepeler’inden etkilenecekti.
Anlatıda kısalık giderek Calvino’nun ustalaşacağı bir saplantı halini alır. Çünkü mesele Hemingway’den ibaret değildir. Calvino’ya göre İtalyan edebiyatının asıl yönelimi zaten kısa biçimleri yeğlemektir, bu manada o da sadece içinde bulunduğu edebiyat geleneğinin bir takipçisidir. Calvino, İtalyan edebiyatında romancıların kıt, oysa şairlerin her zaman bol olduğunu ve bu şairlerin düz yazı yazdıklarında hem çok başarılı olduklarını hem de çok yoğun düşünceleri topu topu birkaç sayfaya sıkıştırdıklarını görmüştür.
Şimdi Calvino’nun kafasında olan, tam da Borges ile Casares’in hazırladıkları ‘Olağanüstü Masallar’daki gibi tek cümlelik, hatta mümkünse tek satırlık hikayeleri yazmaktır. Ayrıca az ve öz kelime kullanımı üyesi olduğu yüce Oulipo kurallarından da biridir. İşte Calvino’nun hikaye ve romanlarındaki gayet lakonik ve ekonomik anlatımının kökleri bu kadar derindir.
***
Yıllar evvel Borges’in Dediği Gibi’deki “Edebî Bir Filozof Olarak Italo Calvino” yazımı şu satırlarla bitirmiştim: “Sonuç olarak Calvino’yu her zaman severiz; çünkü olağanüstüyü o kadar olağan kılmıştır ki ondan sonra onun yaptıklarını yapmanın artık hiçbir kıymeti kalmamıştır.”
Fakat bu defa yeni bir yazıya yeni bir son yazmayı Calvino’nun ustası olduğu lakonik üslupla deneyeyim: Calvino’yu severim, çünkü her daim yeni, alaycı, şeffaf ve derindir.